Her gün yürüyüş, ev işleri, yemek hazırlıkları, yazı yazmak, okuma grupları ve seminerlere katılım, bazen YouTube videosu çekmek, sosyal medyadan arkadaşlarla iletişim (malum göçmenlik), film izlemek, bazen dikiş, örgü, alışveriş gibi onlarca farklı iş yapıyorum. Çocuklarla zaman geçirmek, onların okul ve ruhsal durumlarını anlayıp ona göre muhabbet geliştirmek (malum ergenlik halleri) gibi hiç görünmeyen ama esas zaman alan durumlar da cabası. Tatiller organize etmek, araştırmam gereken bir kaç kapsamlı konuya dair okumalar yapmak gibi zaman alan işleri saymıyorum bile. Ve gün, her insana olduğu gibi bana da 24 saat. Belki tek farkı bir işte çalışmıyor olmanın getirdiği lüks. Ama onu da yıllarca çok yoğun ve mesaili işlerde çalışmış olmamla kapsıyorum sanırım.
Sonra durup kendime baktığımda içimden geçen his ne dersiniz? Gurur, aferin kızım diyerek sırtımı sıvazlamam, tatmin olma, başarma duygusu… Hayır, bir acele ve yetememe hissi kaplıyor içimi. Bu yetersizliğin canını nasıl cehenneme göndereceğim bilen varsa buyursun lütfen. Ben ki kendimi övmeye kalksam hiç acımdan bir kaç saat anlatabilme kapasitesine sahibim. Hani bakınca az buz da değil yaptıklarım. Ee, o halde ne bu kendini güne sığdıramama halleri?
Kadın olmak, hele de anne olmak, bunları da Türk kültürünün etkisinde yapmak mı bunun sebebi acaba? Gerçi dünyanın hemen her yerinde kadının durumu malum. Belki eğitimli üst sosyo ekonomik sınıflar! Ama sanmam, profesör karısını döven profesör duydu bu kulaklar. Konuyla ilgili değil gibi görünmesine rağmen, bizden beklenenleri kendi acımasızlığımızla kendimize yük haline getirdiğimiz yalan mı? Aynı koşullarda bir erkek bunların içte biri ile gayet tatmin ve yorgun yatağa girebilir. Bir kadın ise zihninin kıvrımlarındaki tilkilerin kuyruklarını birbirine yakalatmaya devam ediyordur o esnada.
Hepiniz böyle misiniz canım kadınlar, güzel anneler? Yaptıklarınız asla yeterli gelmiyor mu size? Yüklendikçe yeniden düzenleyip sırtınızda boşluklar açıyor ve oraya bir kaç yük daha mı bindiriyorsunuz?
Dilini ve kültürünü bilmediğim başka bir kıtaya gelmeden önce kendimi elbette ailemin ve toplumun yararına sunmuş ve yoğun bir çabanın içinde uğraşıp durmuştum. O yüzden gelirken bilinmezin içinde kaybolmak ve bu sayede biraz dinlenmek istemiştim.. Bana göçmenin cazip gelmesinin bir sebebi de bu olabilir. Kendiliğinden bitmeyen işleri bitirememe durumu. Bunu sadece babamı kaybettiğim covid döneminde evde olarak başarabilmiştim. Sonrası `hayır` olmayan bir ortamda zamanın içine sığma çabası.
Buara gelince bu sefer fiziksel kalabalıkları dijital ortama taşımışım farkında olmaksızın. Hemen her güne bir gönüllü zorunluluk yerleştirmişim. Hani kendiliğimin sakinliği, nerede yavaşlığın keyfi, yalnızlığın zamansız huzuru?
O yüzden içimde bitmemiş işler listesi, sürekli bir yetişememe huzursuzluğu ve kapasitemin sınırlarını zorlamıyormuşum hissi hakim.
Bunun farkında vardığıma göre artık dur diyebilirim diye düşünüyorum. Böylece entelektüel bir kadın olarak, göçmenliğin, kapımda bekleyen menapozun ve harika iki liseli ergenin keyfini sürebilir, hakkını verebilirim. Yeni bir patikaya geçme zamanı geldi.
Ay merhaba. Sanırım sizin paylaşımınızda gördüm neighbour’s window adlı kısa filmi ve bana çok ilham oldu. Hatta bu sabahki postumda da yayinladim başkalarına da ilham olsun diye. Çok teşekkür etmek istedim 🫂
Ne demek, çok sevindim. Okudum yazınızı da, çok ilham verici. Birbirimizden besleniyoruz, ne güzel. Muhabbetle 🤗