İçinde yaşamasan aslında epey eğlenceli ülke derdik eskiden içinde yaşarken. şimdi dışında yaşıyoruz ve bu cümleyi kurma cesaretim yok. Daha ziyade acı acı gülümseyebiliyorum. Belki neredeyse iki yıldır ülkeden uzak olduğumdan, belki bu arada daha da çok olmaması gereken olaylar olduğundan, belki de artık daha farklı bir bakış açısıyla ülkeye bakabildiğimden. Artık bu kadar acınası bir durumda olduğunu içinde yaşarken farkedemediğim için şanslıymışım dediğim bir ülke gibi. Ve bu durum son derece üzücü.
Moral bozmak veya polemik yaratmak istemem. Ben de ülkemi seviyorum elbette. Köklerim, geçmişim, sevdiklerim ve anadilim, heyecanım ve hüzünlerim ülkemde. Bu yüzden aramızda okyanuslar ve kıtalar olsa bile gözüm, kulağım sürekli üzerinde. Ne yazık ki ülkeye dair duyduklarım ve gördüklerim belki katlanarak, belki filtrelerden süzülerek geldiğinden pek de güzel değil. Yaşamlara bakıyorum ve giderek ülkeden uzaklaşıyorum. Yani madem burası benim için filtresiz iç döküş mekanı, öyleyse kimden ne saklayacağım ki? Ülkemdeki hayatlar kendini kandırma ve değersizliği sindirme üzerine kurgulanmış gibi geliyor bir süredir. Bu da çok üzüyor beni.
Uzaktan gözlemlerim şöyle bir süredir; Umutsuzluk yerini umarsızlığa bırakmış gibi görünüyor. Gelecekten veya düzelmekten umudunu kesmiş mutsuz insanlar, kendilerini eğlenceye, eşyaya ve sanki olan biten herhangi bir şey yokmuş gibi yaşamaya adamışlar. Sesini çıkaran da anında tutuklamak suretiyle suskunluğa sevkediliyor. İşini iyi yapmak, liyakat sahibi olmak anlamsız. Utanma veya bu kadar da olmaz diye bir şey tedavülden kalkmış sanki. İnsanın, hayvanın, canlının, çocuğun, dürüstlüğün bir değeri kalmamış. Hepsinden daha fenası insanlar bunu kanıksamış. Bütün bunlar son iki senenin mevzusu değil elbette. Farkediyorum ki bünyem buna daha fazla dayanamamış ve çaresizlik duygusu beni göç etmeye yönlendirmiş biraz da.
Sokaklarda dilenen çocuklar olmasının toplumsal bir sorun olduğu gerçeğini gözardı ettiğimiz ve yemek artıklarının çöp kenarına atılmasını hayvanseverlik sandığımız sürece yaşama verdiğimiz değer bir gıdım artmayacak. Ellerimizin derisi kalkana kadar temizlediğimiz evlerimizden çıkıp elimizdeki pet şişeleri sokağa atabildiğimiz sürece medeni bir ülke olmayacağız. Haksızlık karşısında sadece söylenen ama iş birlik olmaya gelince birbirini beğenmeyen bir toplum olarak adaleti kayırmanın önüne geçiremeyeceğiz. Elaleme kendimizi iyi göstermek için benim tuzu kurum ama başkası için uğraşıyorum yalanına sarıldığımız sürece hiç bir şey düzelmeyecek. İstediğiniz kadar modern eşyalarla doldurun evlerinizi, temiz temiz gezin, saatlerce uğraşılmış sofralar kurun olmayacak.
Yaşamınızın nasıl olması gerektiği kararını başkalarının görüşünü ön planda tutarak verdiğiniz, toplumsal hayatın sizin kişisel sınırlarınızı da oluşturduğunu ve söylenmenin bir şey yapmak olmadığını anlamadığınız sürece bu düzende yaşar gidersiniz. Ülkede bunlara karşı bir dayanışma ve örgütlenme umudu olmadığına inanmış insanların çokluğu da bende umutsuzluk yaratıyor işte.
Çok direk oldu farkındayım. Ama bugün içimden bilinçli ve sorumlu bir yetişkin olmak gelmiyor hiç. Bir Pakistanlı veya Hintli, bir Venezuelalı veya Kenyalı da benzer bir yazıyı yazabilir eminim. Bu durum bana dünyanın distopyalardaki alttakiler ve üsttekiler katmanlarına ayrışmaya başladığını düşündürüyor. Tren kalkmak üzere yani. Oyalanmak için kötü bir zaman.
Dünya bambaşka bir döneme geçiyor. Toplumlar farklı bir yaşam biçimine, sosyal düzene evriliyor. Bugün gerçekten hiç umutlu değilim. Ama dünya vatandaşı gözüyle bakınca da gerçekten çok heyecanlı, merak uyandırıcı ve akıl durudurucu bir dönemde yaşamak da insanı çok acayip hislerle dolduruyor.
Ne dersiniz?