50 yaş sendromu mu, yoksa menapoz etkisi mi bilmem ama yüzyıllardır verilen savaşlar ve akıtılan kanlar sonucu ola ola bu mu yani dünyanın geldiği nokta diye soruyorum sık sık kendime bu günlerde? Size de biraz beyhude bir çaba gibi gelmiyor mu yaşam? Onca uğraş, tonlarca strateji ve feda edilen insanlar sonucunda ülkelerin ve sınırlarının, ekonomilerin ve toplumların geldiği nokta bu işte! Bana biraz olmamışlık hissi veriyor doğrusu. Hele de bizim memlekete bakınca insanın hönküre hönküre ağlayası geliyor ne yalan söyleyeyim.
Yani evet; sanat, edebiyat, tarım ve kültür gibi geniş kavramları düşününce yabana atılmayacak denli güzellikler geliyor zihnime. Ama bir yandan da bunları ne denli heba ettiğimize bakıyor ve ağlamaya bile utanıyorum. Sahi neden harcadık koca tarihi, kültürü, memleketi? Neyse aşar bizi buralar şimdilik.
Uzakta olmanın özellikle toplumun hareketlendiği zamanlarda insana verdiği bir hüzün var. Neden ben de orada değilim hissi bir anlamda. Ama öte yandan bir çok insan da orada ama evlerinden çıkmadan, hatta zaman zaman klavyeye bile uzanmadan dizilerinin, kendi klişe hayatının içinde sessizce oturuyor. Meydanlardaki kalabalık tanımadığımız, kaybedecek şeylerinin demek ki o kadar da önemli olmadığı ve bizim haklarımızı koruyacak olan o “harcanabilecek” kişilerden oluşuyor anlaşılan. Üstelik onlara epey de güveniyor olmalıyız. Yoksa bunca cengaverce umut besleyebilir miydik bir şeylerin nihayet değişeceğine dair? Bilmiyorum, dedim ya uzakta olmak insana hüzün ve geride olmanın suçluluğu ile bir de öfke pompalıyor. Payımıza bu düştüyse demek…
Bugün Buenos Aires`te genel grev vardı. Dili tam olarak anlayamamak ve TR`nin gündemini daha yakından takip etmeyi tercih etmek beni uzakta tutuyor buranın gündeminden. Ama şunu söylemem gerekir ki, protestoları dahi insancıl bu ülkenin. Birlikte hareket etme kabiliyetleri oldukça gelişmiş. Sonuç odaklı ve genel anlamda işe yarar protestolar üretebilen, bunu gerçekleştirebilen bir toplumsal pratik gözlemliyorum. Bu son derece olumlu ve naif sonuca ulaşmamda burayı karşılaştırdığım bizim toplumun, ne yazık ki sendikasal ve tepkisel damarlarının kesilmiş olmasının da payı var elbette.
“Hak sokakta kazanılır, yumuşak koltukta kaybedilir. O koltuğa fazla alışmamak gerekir.” Bu önerme ne derece doğru dersiniz?
Günümüzün teknolojinin hızını artık algılayamadığımız dünyasında derdi tasası olmayan, keyfi gıcır, çok çalışan ama kafayı bir tek gideceği tatile yoran toplumları görünce buna ne derece hak vermeliyim emin olamıyorum. Arkadaş bizim sahip olduklarımıza dair ödemediğimiz bir bedel olmadığını kim söylüyor? Bu toplum yüzyıllar boyunca sarayı besleyen, savaşlarda ölen, ne mimari, ne tarım, ne ticarette gün yüzü görmemiş bir teba, bir toplum değil mi? Ne ara zengindi Anadolu? Ödemiş atalarımız bedelleri teker teker işte, daha ne?
Yani bunca çabaya değer mi? Uğraşların sonunda elde edilene yeterince layık mıyız? Sonrasında neler yapacağımızı, nasıl kıymet bileceğimizi anladık değil mi bu sefer? Yormayın benim sisli zihnimi, ayakları yere sağlam basan umudu ve planı bana da söyleyiverin en iyisi.
Neyse diyeceğim o ki, gündemi değiştirmeyin, umudu ve direnci ayakta tutun. Çünkü elimizdeki en değerli şey umut ve zaman.